Ramazanın Ardından


320 Görüntüleme

Ramazan ayı birliğin, beraberliğin, sevginin, saygının, empatinin geliştiğini gösteren öğretici bir ay. Bir olmayı özlediğimiz, fazlasıyla ayrıştığımız günlerin içinde ramazan ayı gibi birleştirici ve kucaklayıcı bir ayın girmesi bir nebze rahatlattı. On iki ay var ama içindeki bir ay empati yetisini üzerimizde hissetmemize daha yardımcı oluyor. Bu doğrultuda yılın neredeyse her ayı yaptığımız fakat Ramazan ayında daha sık yapmayı hedeflediğim yetim, öksüz ve ihtiyaç sahibi çocuklarımızla buluşmalarımızı gerçekleştirme niyetini bu ramazanda da aldım. Bu köşe yazımda gelen talep üzerine bir ramazan ayı boyunca neler yaptık özetle kaleme alıp sizlerle buluşmak istedim. 2019 yılında ınstagram hesabıma “Arkadaşlar yetim çocuklarla bir buluşma yemeği gerçekleştirme niyeti taşıyorum. Destek olmak isteyen, gelip o çocukların yanında olmak isteyen herkesi bekliyorum” içerikli bir duyuruyla başladı. O gün bugündür herkes bütçesi yettiği kadar destek oldu. Damlaya damlaya bu ramazan da yine göl oldu. Toplanan miktar kadar belirlediğimiz öksüz, yetim ve ihtiyaç sahibi çocuğumuzu davet ettik. Servislerle evlerinden aldık. Belirlediğimiz lokantaya getirdik. Yılın neredeyse her ayı gerçekleştirdiğimiz bu buluşmalarda sadece yemek yiyip kalkmıyoruz. Yemeklerden daha önemlisi belki o hiç bulamayacakları o aile sıcaklığını hissettirmek adına uzun uzun sohbetler ediyoruz. Ardından yüz boyama, sandalye kapmaca, balon oyunları gibi bir çok oyunlarla geçen muhabbetimizi artırıcı saatler süren buluşmalar yapıyoruz. Çocuklara sevecekleri çikolata tarzı gönüllerini hoş tutacak yiyecek, hediyelerle birlikte ceplerine harçlık koymayı da ihmal etmiyoruz. O gün bugündür devam eden buluşmalarımızın Allah bereket versin 30 . buluşmayı gerçekleştirdik. İlk okuduğumda beni etkisi altına alan Peygamber efendimizin “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi gözetip kollayan kimseyle ben cennette şöyle işaret parmağıyla orta parmağını göstererek yan yana bulunacağız.” buyurduğu sözüydü. O mertebeye belki eremeyiz, layık da değiliz ama o yolda emek sarf eden insanlarız. Yıllardır binlerce çocuğun yüreğine dokunmak, onların yüzlerinde tebessüm olmak, dualarına nail olmak ne muazzam duygu. Yaptığımız her buluşmayı sosyal medya hesabımda da paylaşıyorum. Bunun birinci sebebi insanlar emaneten maddi destekte bulunuyor. Bunun nerede kullanıldığını şeffaf olarak görmeleri gerektiğini düşünüyorum. İkincisi ve benim için daha önemlisi bir şeyler o kadar değişti ki. Bir şeyler açık açık öyle aşılanmaya çalışılıyor ki. Bu dünya hep maruz kaldığımız televizyonda, dizilerde, sosyal medyada bize gösterildiği gibi kötüden ve kötü insanlardan ibaret değil. Bu dünya sadece kötünün egemen olduğu bir yaşam alanı değil. Sadece onların kazandığı bir savaş değil. İyilik yolunda iyi olmaya çalışan, iyi kalmak için direnen insanlarda var. Bizim artık güzel şeyler duymaya, güzel insanlarla tanış olmaya, güzel şeyler yaşayıp yaşatmaya bunu biraz olsun göstermeye ihtiyacımız var. İyilik ve güzellikler kötülük kadar gösterilmediği için ortada yoklar. Olmadığı için değil. Kötülüğün hızla yayıldığı gibi emin olun iyilikte aynı hızda dağılım sağlıyor. Bu ölçüde kötülüğün bulaşıcı olduğu kadar iyiliğinde bulaşıcı olma özelliği vardır. Bir ramazan boyunca en çok aldığım mesaj “daha fazla ne yapabiliriz hocam” mesajıydı. İyi insanlardan gördüm iyiliğin sınırı da yoktur. Hep daha fazla ne yapabiliriz? diyen insanlardan bir örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şey bayrama bir hafta kala mesaj kutuma düşen “Hocam ben 17 tane çocuğumuzu malum önümüz bayram onları önce güzelce giydirmek sonra evimde iftar yaptırarak ağırlamak istiyorum” mesajını görmemle başladı. Hemen plan programla harekete geçtim. Belirlediğimiz gün ve saatte önceden belirlediğimiz yetim, öksüz ve ihtiyaç sahibi çocukları evlerinden aldık. Direkt bayramlıklar için çocuk mağazasına yola çıktık. Serviste giderken bile yerlerinde heyecandan duramıyorlardı. Mağazaya geldiğimizde belki hayatlarında ilk kez civar komşuların kendileri için uygun gördüğü, kendi çocuklarından arda kalan ikinci el kıyafetler değilde kendi iradeleriyle diledikleri renk ve modelde kıyafetler seçtiler. Kimi seçtiği pembe elbisesini kucağından indirmedi, kimi de takım elbisesini. Kimi de sekiz yaşında olmasına rağmen annesinin mi ablasının mı bilemiyorum ayağında otuz dokuz numara kenarları yırtık, bağcıkları bile olmayan, şimdiye kadar giymek zorunda olduğu o ayakkabıdan kurtulup yerine kendi tercihince pembe bir ayakkabısı olduğu için minnetle kucaklıyordu. Alış veriş bitiminde poşetlerden ayrılmayı düşünmedikleri için taşımamıza bile izin vermediler. Herkes kucağında sıkı sıkı tuttuğu bayramlık poşetiyle serviste yerlerini aldığında bu sefer ki istikamet iftar için ağırlanacağımız evdi. Eve geldiğimizde bizi ev sahibimizin çocukları düşünerek özenle hazırladığı yemekler vardı. Masaya otururken rahat etmeleri açısından aldığımız bayramlık poşetlerini girişe koymalarını söylesem de oturdukları sandalyenin arkasına sıkıştırarak oturmayı tercih ettiler. Artık o an gelmişti dualarla orucumuzu açtık. Doyasıya yediler. Doymayana yeniden takviyeler ekleyerek sohbetler eşliğinde yemeğimizi yedik. Yemeği yerken bulunduğum sofradan gurur duyarak çocukların gözlerine baktıkça Peygamber efendimizin “Bir kimse,bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah onu mutlaka cennete koyar.” hadisi şerifini anımsadım. Bir yandan çocukları izlerken öte yandan ev sahibinin kazandığı mükafatı kıskandım. Yemek bitti. Enerji yüklendi, durur mu çocuklar alt komşumuza sabır dileyerek on yedi çocuğumuzla sandalye kapmaca oynadık, balon oyunlarımızı oynadık. Sıra kulaktan kulağa oyununa geldiğinde ise oyun sonunda çıkan alakasız cümleler herkesi kahkahalara boğdu. Evdeki imkanlarla sinema keyfi yaptık. Ev sahibimizin çocuklar için hazırladığı çikolata paketleriyle oyuncaklarla sevincimiz ikiye katlandı. Sonrasında bir ablamız “hocam bayramlıkları oldu çocukların harçlıksız olmasın. Harçlık gönderiyorum.” demesiyle bayram harçlıkları da ceplerinde yerini buldu. Günün sonunda artık ayrılıp servise binme zamanımız geldiğini söylediğimde yetim bir çocuğumuz yanıma gelerek “Biliyor musun abla ben bugün çok mutlu oldum. Eminim babam cennette beni izliyordu” demesiyle dağıldım... Ben daha eve geçmeden yoldayken eve ulaşıp aldığımız bayramlıklarını giyen çocukların fotoğrafları geldi. Her şeye derman oldu. “Müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetime iyi davranılan evdir.” buyurur Peygamberimiz. Buluşmalarımızı şimdiye kadar hep lokantada yapıyorduk. Evde iftar yaptığımızı sosyal medyada paylaşınca yapılan tek güzel bir iş dağıldı bu sefer ev davetlerimiz de başlamış oldu. Evde ağırlamak isteyen hayırseverlerin de evinde iftarlar yaptık. Bu iyi insanlar birleşince ortaya muazzam güzellikler çıktığının sayısız örnekten bir tanesi. Ramazan ayında bunun yanında çocukların daveti üzerine evlerine iftara ben de gittim. Gittiğim evlere emaneten bana ulaşan alış veriş kartları ve kira, fatura gibi ihtiyaçlarını karşılamaları için nakit para da götürdüm. Onların yaşam koşullarını daha yakından gözlemlemek can acıtsa da aynı sofrada aynı ekmeği bölüşmekten onur duydum. Yere serdikleri kocaman naylonumsu örtünün üzerine yoğurt, zeytin, makarna, su, ekmek dizilmişti. Çocuğun heyecanla tabağı göstererek “Senin için makarna bile yaptık” demesiyle mahvoldum. Onlarla o sofrada yemek yerken zihnimde oruç ibadetinin hedefi açın halinden anlamak farkındalığı geldi. Onların haline çok üzüldüm ama öte yandan bizlerin haline daha çok üzüldüm. Akşam iftarda bin bir nimetin kendini karşılayacağının bilincinde olan bir insan fakirin halinden ne düzeyde anlayabilir? Fakire bir şey olmaz ki. Aç kalmaksa onların ramazanı on iki ay. O özenle bin stres telaşla kurulan şatafatlı, özünde tok olanların ağırlandığı, ama yine de ne ev sahibinin ne de gelen misafirlerin memnun olamadığı, misafirlerin eleştirmek için tetikte beklendiği, ev sahibinin de aradan çıksın düşüncesiyle özünde samimiyet barındırmayarak toplanılan o masalarda merak ediyorum biz Ramazanın neyini ne kadar anlayabiliriz? Ramazan sabretmeyi, koşulsuz şükür edebilmeyi, aç susuz insanın halinden empati yetisiyle anlamayı, nimeti paylaşmayı, azla yetinmeyi bu öğretileri de on iki ay boyunca uygulamayı hedef edinen bir aydır. Necip Fazıl çok güzel özetler "Namaz camiden çıkınca, Hac Mekke'den dönünce, Ramazan oruç bitince başlar." der. Anlayacağımız üzere bizim iş de yeni başlıyor. Dinimiz, “müslümanım” iddiasında bulunan her bireyden bir ay değil, on iki ay bu dinin işçileri olmasını emreder. Bir yazımın daha sonuna gelirken hassasiyetlerimizi, duyarlılığımızı, merhametimizi öksüz, yetim, ihtiyaç sahibi çocuklar başta olmak üzere insanların üzerinden çekmediğimiz, iyiliğin on iki aya yayılıp daha gözle görülür bir hal aldığı günlerde yeniden buluşmak üzere.

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *