KALBİMİZ ENKAZ


646 Görüntüleme

Cahit Zarifoğlunun Yaşamak adlı eseri  “Ne çok acı var...“ sözleriyle başlar. Hiçbir edebi eser bu kadar anlamlı başlamamıştır. Kim bilir neler yazdı yazdı sildi sonunda en uygun kelimenin bu olduğuna kanaat getirdi. Onu anlıyorum çünkü sanırım en zorlanarak yazdığım yazımın başındayım şu an. Neye nereden başlayacağımı bilemiyorum bildiğim tek şey Zarifoğlu’ nun dediği gibi ne çok acının olması...

    Nasıl iştahlı yemek yenilir, nasıl kana kana su içilir, nasıl deliksiz uyulur, nasıl içindeki öfke kontrol edilir, nasıl  yaşamak becerilir hepsini unuttuğumuz günlerin içine sıkıştık çıkamıyoruz. Bu eşsiz coğrafya son dönemlerde sel felaketi, orman yangınları, depremler, patlama, pandemi süreci gibi başlı başınca hafızamızda unutamayacağımız bizler üzerinde olumsuz etkileri çok olan ne yazık ki bir çok felakete ev sahipliği yaptı. Ama şu vardı biz onları zor olsada aşabileceğimizin bilincindeydik. Ama bu son yaşadığımız bizleri uyku halinde 04:17 de yakalayan, daha diğerinin tedirginliğini atamamışken, bilim insanlarının bile açıklamakta zorlandığı 9 saat sonra yeniden aynı şiddetle sarsan, bizi ölümle burun buruna getiren deprem bir anda yaşadığımız her felaketi unutturdu.“Yüzyılın felaketi” adını alması uzun sürmedi çünkü dünya bu ölçüde 10 ili saniyeler içinde yıkan, yüz binlerce kardeşimizin, sayısız canlının acı şekilde vefat ettiği bir felaketle karşılaşmamıştı. Hiçbir hikaye bu kadar acı sonla sonlanmamıştı. İnsan bilmediği acıyı teselli edemez. Kim kimi nasıl teselli etmeli, cümleye nereden başlamalı. Yine Cahit Zarifoğlu nasihatidir “Umudumuz, acımızdan daha büyük olmalı“ der. Bizim de dayanışmamız acımızın üzerine su serpti, umut oldu. “Yüzyılın Felaketi” aynı zamanda bizlere dünyaya örnek olurcasına “Yüzyılın Dayanışması” nı yaşattı. Herkesin kalbi, derdi, davası, destekleri, duası bir oldu. Tarihte görülmemiş depremin, tarihte görülmemiş dayanışması sağlandı. Aynı masada karşılıklı oturmayan, selamını almaya tenezzül etmeyen, bir kaşık suda boğacak düzeyde kin besleyen tarafların kalbi aynı çabayla attı. Birlik olunca bu topraklar nasıl da güzelleşti şahit olduk. Yeniden umudu aşıladı. Bu destansı mücadele dilerim bir şeyleri acı da olsa bilincine varmamızın artık başlangıcı olur.  
    Hayatını kaybeden insanların sosyal medyadaki geçmiş paylaşımları, çektikleri fotoğraflar, videolar sık sık sosyal medyada karşımıza çıkıyor. Onların hepsini keşke ders niyetinde burada yer verebilsem, uzun uzun konuşabilsem. İçlerinden sanki hissetmiş gibi ardında bıraktığı paylaşımla yürekleri dağlayan Şeyma bizlere bıraktığı bir notta şunları yazmış "Bir deprem ülkesinde yaşayan ve deprem tehlikesi yüksek illerden Kahramanmaraş’ ta yaşayan biri olarak bir gün burası da Elazığ’ın, İzmir’in kaderini yaşarsa benim için ailem için veya herhangi biri için melek oldu diye iyileştirmeler yapmayın. Hakkımızı arayın." yazıyordu. Beni çok etkileyen bir paylaşım oldu. Daha önce defalarca aynı coğrafya, aynı acıyı tatmış, aynı yerden yara almış kimselerin bugün ortak kullandığı cümle"Tarih Tekerrürden İbarettir.“ Bu paylaşım aslında hissettiğimiz her şeye tercüman oluyor. Bu ilk değildi, dilerim son olur ama buna kalben inancımız ne yazık ki eksik. Belki bugün hissettiğimiz tedirginlik bugün kardeşlerimize gelen felaketin, yarın bizlerin başına gelecek ihtimalinin yüksek olması. Allah’ın bizlere yazdığı kaderin önüne geçmek, bunu konuşmak haddimiz elbet değil. Bizler inanç gereği  “deveni sağlam kazığa bağla sonra tevekkül et“ bakış açısıyla bakan insanlarız. Sergilenen tablo bizlere bir şeylerin el birliği ile çok yanlış ilerlediğini, devenin sağlam kazığa bağlanmadığını gözler önüne seriyor. 10 ilimizi birden bu şekilde vurabilecek, bu denli bir afeti kimsenin beklediğini zannetmiyorum. Felaket tellalları bile böyle bir senaryo yazamaz. Eşi görülmemiş, olağanüstü bir durum söz konusu. Öte yandan şu da bir gerçek ki coğrafi konumumuz gereği tarihin zihnimize kazıyarak defalarca aynı acıyı, daha acı olarak öğrettiği en büyük ders, en büyük uyarı Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği. Bu gerçek değiştirilemez, görmezden gelinemez. Dolayısıyla daha az cana nasıl zarar gelebilir onun planlaması çoktan yapılmalıydı. Bir şeylerin bu bilinçle, hassasiyetle, bilim ışığında ilerlemesi gerekirken şahit olduklarımız karşısında şaşkınım; hiçbir güç uygulamadan betonların, demirlerin elle ufalanır halde görmenin utancı, insanlara milyon liralık ev görünümlü mezar satan insanlarla aynı coğrafya da yaşamanın utancı, suçu hep başkalarına atarak vicdan rahatlatanların utancından boğulduk. Biz herkes adına utanmayı üstlendik. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda da açık şekilde görüyoruz ki konuştuğumuz konular hep aynı. Sorun belli, çözüm belli ama nasıl oluyorsa bugün konuştuğumuz her şeyi dün konuştuğumuz gibi ertesi yarınlarda da konuşacağımızı biliyoruz. Gerçek anlamda bir çok şey bambaşka olmalı çok başka. 
    Daha iyi bir gelecek adına olaylara bütünsel bakış açısıyla yaklaşmak gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu coğrafyada gerçek anlamda bir şeylerin temelden değişmesini arzu ediyorsak şayet, insan faktörüne ahlaki eğitimi her sistemin içine yerleştirmeyi başarmak gerekli. Bunu sadece bir eğitimci olarak istemiyorum. Bugün gündemde olduğu için müteahhitlerin ortaya çıkan usulsüzlüklerini konuşuyoruz, yarın konu değişecek  insan faktöründen kaynaklanan bambaşka usulsüzlüğü konuşacağız. Biz bunların acısıyla kıvranırken daha dün izledim binalara el altından sağlamlık raporu, sahte rapor verirken yakalan kişileri. Demek istediğim insan eğitilmedikçe, ahlakı onarılmadıkça bunun sonu yok. Dünyanın uygulanmış en iyi sisteminide getirsek ahlakı çöküntünün yaşandığı coğrafya insanı o sistemide mahveder. Çözüm insanı eğitmek, ahlakı aşılamak. İlmek ilmek ahlakın, değerlerimizin, tercih ettiğimiz dinin kurallarını büyük bir hassasiyetle, temelden okullarda çocukların saçları ağarana kadar öğrettiğimiz o matematikten, fizikten, kimya gibi her dersten önemli olduğunun bilincine vardırmak! Bugün çöken binayla yenisini inşa ederek baş ederiz de ahlaki çöküntüyle baş edemeyiz. Günden güne baş etmekte zorlandığımız gibi. Her sabah ekmeğimizi aldığımız fırıncı yaptığı ekmeği sanki kendi evladına yapıyor gibi yapsa, sütçümüz sütün içine su eklerken içi sızlasa, pazarcı çürük meyveleri kese kağıdına  yerleştirmeyi hüner sanırken bir tarafı bu benim ahlakıma ters diyebilse, inşaat firmaları malzemelerini olması gerektiği gibi yapsa, kanunlar, kurallar, imza yetkisi olanlar adil davranabilse ah olabilse bunların hangi biri yaşanabilir? Her şey olması gerektiği gibi ahlak ilkelerine uygun olarak; dürüstlük, güven, saygı, adalet ilkelerine göre hareket etmeyi öğrenebilsek bunlar yaşanabilir mi? Yaşansada elimizden geleni yapmış olmanın, teslimiyet duygusuyla devemizi sağlam kazığa bağlamış olmanın rahatlığı olur. Ne iş yaparsak yapalım en iyisini, ahlaki anlamda bize yakışan en iyisini yapalım. İşini doğru, ilkelerine uygun olarak yapmak en güzel ibadettir. Mümin Sekman der ya hani “İşini iyi yap: Döktüğün beton, toprağın altında kalsa bile güzel olmalı. Başkası övmese de işini iyi yap, başkası görmese de işini iyi yap! Bu senin kazancının karşılığı değil, karakterinin yansıması...” 
Düşünüyorum da Allah’ tan hırsızlık, kul hakkı, yalan, birbirini aldatma gibi temel konuları hassasiyetle ince ince işlenmiş dinin kitabına inanan insanlarız yoksa halimiz ne olurdu...? Düşünebiliyor musunuz bizim örnek olmamız gerekliyken hiçbir zorunluluğu olmadığı halde sadece iş ahlakı gereği, dünyada namı yaptığı işin ehli olarak anılan, yaptığı iş formatına uygun gerçekleşmezse en başta vicdanına daha sonra insanlara geri dönülmez zararlar verebileceğinin bilincinde, torpilin, üç kağıtın, düzenbazlığın, yalanın, sahtekarlığın hüküm sürmediği bambaşka dinin temsil ettiği, bambaşka ülkede yaşayan topluluktan öğreniyoruz neyi nasıl yapacağımızı. Bu korkunç bir şey, çok korkunç! 
    Şu bir gerçek ki hiç kuşkusuz son yıllarda yaşadığımız orman yangınları, patlama, pandemi, ekonomik sıkıntılar, hala devam eden deprem fırtınaları, üzerine eklenen sel felaketleri gibi aşılması zor olan her afet bizi uyarıyor. Her bakımdan bir iç muhasebeye, manevi teste zorluyor. Uzun yıllardır başı musibetten kalkmayan topluluk haline evrilmenin anlamını bireysel sorgulamalarımızla çözmek gerekli. Her şey ibret almayı ders kabul edebilen insanlar içindir. 
    Son olarak şunu da unutmamak gereklidir ki insanız hatalarımız var, toprağın altında Allah’ a tövbe etmek isteyen, hatalarından dönmek isteyen milyonlarca insan varken, bizler kendisine hala fırsat verilenlerdeniz. Bu fırsatları güzel değerlendirebilen bilinçli insanlar olabilmek duasıyla. 
Allah’ım ağır imtihanlardan geçen ülkemizi, her türlü felakete ev sahipliği yapmaktan tez zamanda kurtarsın. Kayıp ettiğimiz ama kalbimizde yaşatacağımız kardeşlerimize rahmet, kalan bizlere sabır, kalplerimize tez zamanda ferahlık versin. 
Acılarımızın son bulduğu sabırla beklediğimiz o güzel günler bizim olsun, hep bizim. 

 

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *